24 Nisan 2011 Pazar

2011 Uluslararası Dünya Tiyatro Günü Bildirisi: İnsanlık İçin Tiyatroya Dair

Tiyatronun toplumu harekete geçirme ve farklılıklar arasında köprü kurma konusunda devasa bir güce sahip olduğu düşüncesi bugün bizi bir arada tutmaktadır.

Barış ve uzlaşma için tiyatronun güçlü bir araç olabileceğini düşündünüz mü hiç? Uluslar dünyada şiddetli çatışmaların yaşandığı bölgelerde barışı koruma adına muazzam miktarda paralar harcarken taraflar arasında çatışmayı azaltmak ve durdurmak için bir alternatif olarak tiyatroya yok denecek kadar az ilgi gösterilir. Kullanılan araçlar dışarıdan ve görünüşe bakılırsa baskıcı güçlerden geldiğine göre toprak ananın çocukları evrensel barışı nasıl sağlayacak?

Tiyatro bireyin var olan imajını değiştirir; bireye ve dolayısıyla topluma seçenekler dünyasının kapılarını aralar. Böylelikle korku ve kuşkunun pençesindeki insan ruhunun sinsice içine işler. Belirsiz bir geleceği engellediği gibi gündelik gerçeklere de anlam verebilir. Kişilerin konumlarına dair politik çekişmelerini oldukça basit bir biçimde gündemine alabilir. Çünkü tiyatro birleştiricidir. Geçmişte yapılmış hataların üstesinden gelebilecek deneyimleri sahneye koyar.

Ayrıca tiyatro hep birlikte savunduğumuz ve saygısızlık edildiğinde uğrunda savaşmaya hazır olduğumuz fikirleri savunmanın ve geliştirmenin başarısı kanıtlanmış bir yoludur.

Barış içinde bir gelecek düşü için barışçıl yöntemlerle yola düşmeliyiz. Anlamaya, saygı duymaya ve barışla buluşma çabasındaki her insanın katkısını algılamaya çalışmalıyız. Tiyatro barış ve uzlaşma mesajlarımızı daha öteye taşıyabilecek evrensel bir dildir.

Katılımcıları sürece aktif bir biçimde dâhil ederek eski yargılarını yerle bir etmek için bir araya getirir; böylelikle tiyatro sil baştan keşfedilmiş bilgi ve gerçeklik temelinde seçimler yapmak için bireye bir yeniden doğuş şansı verir. Diğer sanat dalları arasında tiyatronun gelişebilmesi için çatışma ve barış gibi kritik konuları ele almalı, gündelik yaşamla bağ kurarak dev adımlar atmalıyız.

Toplumsal değişim ve atılımların izindeki tiyatro savaşın mahvettiği bölgelerde ve müzmin yoksulluk ya da hastalıklardan mustarip halklar arasında varlığını zaten sürdürüyor. Tiyatronun farkındalık yaratmak için halkı harekete geçirebildiği ve savaş sonrası travma mağdurlarına yardımcı olabildiği yerlerde sayıları giderek artan başarı öyküleri var. ‘Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’ gibi ‘insanlar arasında barışı ve arkadaşlığı pekiştirmeyi’ hedefleyen kültürel platformlar çoktan yerini aldı.

Bu yüzden tiyatronun gücünü bildiğimiz halde zamanı geldiğinde sessiz kalmak, silah tutanların ve bomba atanların dünya barışının koruyucusu olmaya soyunmalarına göz yummak gülünçtür.

Yabancılaşmanın araçlarının barış ve uzlaşmanın araçları olması mümkün mü?

Dünya Tiyatro Günü’nde sizi umudu çoğaltmaya ve tiyatroyu iletişim, toplumsal değişim ve atılımlar için evrensel bir araç olarak öne çıkarmaya çağırıyorum.

Birleşmiş Milletler dünyanın dört bir yanında barışı koruma misyonu adı altında silah kullanımı yoluyla muazzam paralar harcıyor, oysa tiyatro daha içten, insani, az masraflı ve çok daha güçlü bir alternatif olarak karşımızda.

Barışı getirmek için tek yol olmayabilir ama yine de tiyatro barışı koruma görevimiz için etkili bir araç olarak kuşkusuz katkı sağlayabilir.


Jessica A. Kaahwa, Uganda
Çeviren: Bilgesu Ataman

2011 DÜNYA TİYATRO GÜNÜ ULUSAL BİLDİRİSİ

Bence tiyatro, küçükken annelerimizin -ya da şanslıysak, onlarla yaşayabilmişsek, büyükannelerimizin- ellerimize taktığı yün çilelerine benzer.

Hani “Tak bakayım şunu, sana bir kazak öreyim” derler. Uzatırsın iki elini. Geçiriverirler yün çilesini. Alırlar yünün ucunu, başlarlar sarmaya, top yapmaya. Siz açarsınız onlar sarar, siz açarsınız onlar sarar. Rengârenk yün çileleri top olur, örmeye hazır hale gelir. Kazak olur, kaşkol olur, eldiven olur, yaşamı ısıtır. Tiyatro dediğiniz de böyle bir şeydir işte. Sizi sarar sarmalar, yaşamınızı ısıtır.

Biz oyuncular her akşam geliriz sahnenin üstüne, ellerimize insanla ilgili bin bir düğümü olan rengârenk yün çilelerini takarız, başlarız açmaya. Yünün bir ucunu da sizlere, sahneden aşağıya seyircilere atarız. Onlar da başlarlar sarmaya, top yapmaya. Biz açarız onlar sarar, biz açarız sizler sararsınız sayın izleyiciler, saygıdeğer seyirciler.

Biz açarız çileyi, siz sararsınız. Biz asılırsak da yün kopar, seyirci çok çekerse de. İki taraf da büyük bir dikkatle işini yapar. Oyunun sonunda bizim elimizdeki yün çileleri biter. Yünün ucu sahneden salona kayar...

Ve sevgili seyirciler, çıkar gidersiniz tiyatrodan yüzünüzde çiçek açmış gülücüklerle, zihninizde bin bir renkli yün topçuklarıyla. Sorarsınız: “Ne kaldı bende oyundan geriye? Ne kaldı bende?” Oysa bilmezsiniz ki, ya da çok iyi bilirsiniz ki, zihin alır, biriktirir, sıralar, dosyalar, yerleştirir. Üstüne düşünmeye, fikir üretmeye, yorum yapmaya başlar.

İşte tiyatroda da aynı şey olur. Çıkarsınız oyundan zihninizde rengârenk yün topçuklarıyla. Başlarsınız kafanızın içinde çevirmeye. Kah gülüp, kah hüzünlenip, kah coşup oyunu yeniden yaratmaya koyulur zihin... Her seyirci oyunu yeniden yazar zihninde. Tiyatro sanatını vazgeçilmez kılan şey, izleyicilerini birer yaratıcı çizgisine yükselten bu büyüde gizli. Bir gün bir bakarsınız ki, yünün ucunu yakalayıp atmışsınız birine, başlamışsınız anlatmaya; kendi yorumunuzu eklemeye yüne. Karşınızdaki de kapmış yünü, açıp iki elini başlamış yeniden çile yapmaya.

Siz açarsınız o sarar, siz açarsınız onlar sarar.

Tiyatro dediğiniz elden ele, yürekten yüreğe dolaşan yün çilecikleridir. Bir de bakmışsınız tiyatro elden ele.

Bu işin yüzde ellisi sizsiniz, siz seyirciler; yüzde ellisi de biziz, oyuncular. Tiyatronun iki temel öğesi: Oyuncuyla izleyici karşı karşıya gelmeden tiyatro dediğimiz mucize gerçekleşmiyor. İzleyicilerle oyuncular karşı karşıya gelmeden, insan kadar eski, insan üstüne düşünme, insana bakma, eğlenirken insanı ve dünyayı yorumlama, yeniden yaratma eylemi gerçekleşmiyor.

Yani efendim uzun sözün telgrafı, bizler meslektaşız. İyi bir tiyatro seyircisi de tiyatrocudur. Benim meslektaşımdır. Giden, okuyan, izleyen, parasını ayıran, izledikleri üstüne fikir üreten, çağdaş, uygar yaşama gönül vermiş insanlar benim meslektaşlarımdır. İzlediklerini başkalarıyla paylaşan, onların da tiyatroya gitmesini sağlayan sevgili tiyatroseverler, benim meslektaşlarım. Onlarla birlikte gerçekleştiriyoruz tiyatro denen mucizeyi

Yıllardır hep sizler bizleri alkışladınız, şimdi de biz sizleri alkışlıyoruz sevgili meslektaşlarımız.

Yaşam boyu birlikte eğlenip, insana ayna tutup, o aynada kendini arama sevincimizin, şenliğinin devam etmesi dileklerimle...

Ali Poyrazoğlu

2010 Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi

Dünya Tiyatro Günü tiyatroyu sayısız tiyatral biçimle kutlamak için bir fırsattır. Tiyatro bir eğlence ve ilham kaynağıdır. Dünyanın dört bir yanında var olan değişik kültürleri ve insanları birleştirebilecek gücü vardır. Fakat tiyatro bundan çok daha fazlasıdır, aynı zamanda eğitme ve bilgilendirme olanağı sağlar.

Dünyanın her yer yerinde tiyatro yapılır ve bu her zaman geleneksel bir tiyatro sahnesinde olmaz. Gösteriler Afrika'daki küçük bir köyde, Ermenistan'daki bir dağın yakınlarında, Pasifik'teki küçücük bir adada yapılabilir. Bütün gereken boş bir alan ve seyircidir. Tiyatro bizi güldürebilecek ve ağlatabilecek güce sahiptir; fakat aynı zamanda bizi düşündürmeli ve düşüncelerimizi dile getirmemize olanak sağlamalıdır.

Tiyatro bir ekip çalışmasıyla var olur. Oyuncular göz önündeki insanlardır, fakat tiyatroda görünmeyen şaşılacak sayıda insan vardır. Onlar da oyuncular kadar önemlidir, farklı ve uzmanlık gerektiren yetenekleri sahnelemenin gerçekleştirilmesine olanak tanır. Gerçekleşmesi beklenen tüm utku ve başarıları onlar da paylaşmalıdır.

27 Mart çoktan beri resmi Dünya Tiyatro Günü'dür. Seyircilerimiz olmaksızın biz de var olamayız. Onları eğlendirme, eğitme ve aydınlatma geleneğini sürdürme sorumluluğumuzdan ötürü her gün çeşitli
biçimlerde bir tiyatro günü olarak görülmelidir.

Dame Judi Dench
Çeviri: Bilgesu Ataman

2010 Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi

Önce kaos vardı. Kozmos kaostan doğdu. İlk patlama, ilk yıldız, ilk galaksi, evrene dağılan yıldız tozları, elementler, hayat...

Uçsuz bucaksız uzayın boşluğunda orta boy bir yıldız, ateşten bir küre... Biraz uzağında masmavi bir top. Ama bir yüzü hep karanlıkta. O karanlığın içinde bir yerlerde, sönük, titrek bir ışık. Bir mağarada yakılmış bir ateş. Dans eden alevlerin çevresinde toplanmış bir insan topluluğu. Duvara düşen ve bir uzayıp bir kısalan gölgelerin arasında ertesi günkü geyik avını canlandıran, hem geyiği hem onu kovalayanları oynayan tecrübeli bir avcı.

Yeraltını yeryüzüne bağlayan mağara, gökkubbede yıldızlar, ortada bir ateş ve hem avcı hem oyuncu insan. İlk ritüel, ilk müzik, ilk dans, ilk resim, ilk mitos...

Evrende karanlık olağan, ışık istisnadır. Tiyatro karanlığa düşürülen bir ışıktır insan eliyle.

Evrende değişmeyen tek şey değişimin kendisi ve birbirlerini karşılıklı var eden kaos ile kozmos, karanlık ile ışık arasındaki sonu gelmez köşe kapmacadır.

Kökleri ritüellerle mitosların buluştuğu alana uzanan tiyatro değişimin hem tanığı hem belleğidir. Çağa ve insana tanıklık, vazgeçilmez bir toplumsal işlev ve ihtiyaç olduğu gibi, insanlık serüvenini tüm renkliliği, çeşitliliği içinde kucaklayan, sahiplenen yüzüdür tiyatronun. Bellek çabasının bir yanında, kimliği oluşturan, "bizi biz yapan" kökleri unutmama kaygısı vardır. Diğer yanda ise, ummanda bir su damlası misali, birey olarak varolan insanın her şeyi tüketen zamana karşı direnişi... Hatırlamak, dünyaya ve kendi yaşamına anlam yükleme, anlam katma sürecinin en önemli köşe taşıdır.

Her gelen günün bir öncekini, her yeni haberin eskisini kovaladığı, anlam aramanın değil anlamdan kaçmanın öne çıktığı günümüz dünyasında tiyatronun en vazgeçilmez işlevlerinden biri anlamlandırmaktır. "Ne içindeyim zamanın / ne de büsbütün dışında / yekpare geniş bir ânın / parçalanmaz akışında" diyebilmektir.

Bin yıllar boyunca sayısız uygarlığa ve kültüre, onların oluşturduğu sentezlere ev sahipliği yapan Anadolu, güneşin doğduğu yer, ortak insanlık mirasının en önemli sahnelerinden biridir. Hayat-ölüm-yeniden doğum döngüsünde şekillenmiş mitosların ve ritüellerin vatanıdır Anadolu. Destanlar ve efsaneler diyarıdır. "Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket" öyle bir kültür ve sanat potasıdır ki, her karış toprağında insana ve âleme dair söylenmiş bir söz, yazılmış bir dize, bir replik, mermere dökülmüş bir gözyaşı, minyatürlere, ikonalara sığdırılmış bir ışık zerreciği gizlidir mutlaka.

Anadolu’da yaşayıp dünyayı sadece kendinden ibaret sanmak, bu topraklardaki zenginliği, çeşitliliği, yaşanmış sentezleri görmemek… Veya tam aksine, kültürlerarası bir potaya dökülmenin tek yolunun kendi köklerini, kimliğini, birikimlerini umursamamaktan geçtiğini düşünmek… Bu yaklaşımlar aynı anlam yitimi, aynı belleksizleşme sürecinin iki yüzüdür aslında.

Oysa Anadolu’da yaşayıp kültürü, sanatı, insanı, hayatı dünden bugüne var eden çabaları görebilmek, sahiplenebilmek o kadar da zor olmasa gerek. Bu memleketin her köşesinde 2000 yıl öncesinden bize bakan ve sayıları yüzü geçen antik tiyatro yapılarını görmek, onları yeniden oyunlarla buluşturmak o kadar zor değil. Kökleri çok derinlere uzanan çınarın günümüzde Cumhuriyet kazanımları ve kurumlarıyla ayakta kaldığını bilmek o kadar zor değil.

Tiyatro hatırlayarak tanıklık etmektir.

Bilimin ve iletişimin vardığı noktadan, değişimin içinden evrene, dünyaya, insana bakarken, onunla gülüp onunla ağlarken, kozmosun katlarını ritüeliyle birbirine bağlayan şaman gibi kendi köklerini güne ve geleceğe taşıyabilmektir.

Tiyatronun söyleyecek sözü vardır halden bilene, bu söz onun bin yıllardır süregelen gücüdür. Sözünden, anlamından, anlamlandırma işlevinden vazgeçmek ölümdür tiyatro için. Dünyayı kaplayan görüntü selleri içinde kendini ve köklerini hatırlayarak var olmak, piyasa kurallarına değil kendi altın zincirinin halkalarına sadık kalmak, değişimin içinde yer alırken kendine ve her şeye dışarıdan bakabilme yeteneğini korumak, o yekpare geniş ânın parçalanmaz akışını duyumsamak...

Uçsuz bucaksız uzayın sonsuzluğu içinde narin, minik, mavi bir nokta. Bir yüzü karanlıkta. O karanlığın içinde bir yerlerde ışıklar yanıyor birden. Ve perde...

Ayşe Emel Mesci
15.03.2010